Trablusgarp Savaşı: Genç Osmanlı Subayları Libya’da

Türkiye’den üst düzey siyasilerin Libya ziyaretinin akabininde bölgeyle alakalı tarihi bir arka plan çizmemizi ve güncel olaylar üzerindeki yorum kabiliyetimizi artırabilmesini umduğumuz Trablusgarp Savaşı’na dair bir yazı yazmayı düşündük. Vatanperver subayların Libya hikayesinin günümüze dair yorumlarımıza katkı sağlaması niyetiyle…

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başı Osmanlı Devleti gibi ayakta kalmaya çalışan imparatorluklar için çok çetin bir zaman dilimidir. O yıllarda kapitalist üretim ilişkilerini ülkelerinde yerleşik hale getirdikten sonra gözlerini imparatorluk toprakları üzerine diken emperyalist güçlerin şiddete sık sık başvurduğu tarihi bir gerçektir. 1830’da Cezayir, 1881’de Tunus ve 1882’de Mısır bu güçler tarafından işgal edilmişti bile. Bu emperyalist yarışa sonradan katılan İtalya ise gözünü Afrika’daki son Osmanlı toprağı Libya’ya dikmişti.

23 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne ilk uyarısını yapmıştı İtalya. Sözde Libya’daki İtalyanların can ve mal güvenliğinin tehlike altında olduğunu ve gereğinin hemen yapılması gerektiğini söylüyordu. Karşılık olarak böyle bir tehdidin doğru olmadığı ve bölgenin yerel halkının İtalyanlar lehine bir hareket içinde olmadığı söylendi Osmanlı hükümeti tarafından. Ama İtalya Libya’yı işgal etmeyi çoktan planladığı için diplomatik yazışmalar pek de ikna edici olmuyordu. Karşılıklı birkaç açıklamadan sonra İtalya 29 Eylül’de Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilan etti.  

Osmanlı Devleti mevzuyu diplomatik yollarla çözmek istiyordu. Mısır işgal edildiği için bölgeye karadan destek yollanması çok güçtü. Denizde ise İtalyanlar güçlü olduğu için bu yolda çok tehlikeli görülüyordu. Bu yüzden ekonomik boykot ve diplomatik ilişkiler ilk yöntemiydi hükümetin ama diğer yandan da bölgeye vapurlarda silah yığmaya çalışıyordu. İtalyanların savaş ilanını duyan Berlin ateşemiliteri Enver Bey ( o zaman binbaşı) hemen İstanbul’a dönmüş ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa ile görüşmüştür. Görüşmede gönüllü olarak gitmek isteyen subayların bir direniş örgütleyebilecekleri fikrine varılmış ama diplomatik görüşmelerden bir sonuç alınırsa olayın mesuliyeti giden subayların üstüne kalacaktı. Bu karar üzerine Mustafa Kemal ve Eşref Bey (Kuşçubaşı), Enver Bey’in Beşiktaş’taki evindeki buluşup konuyu müzakere ettiler. Bunun üzerine bazıları Cezayir bazıları Mısır üzerinden gönüllü subaylar bölgeye geçmişlerdir. İleride adlarını hem cephelerdeki başarılarıyla hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda çokça duyacağımız Nuri Conker, Ali Fethi Okyar, Halil Kut ve Nuri Killigil gibi büyük isimlerden oluşuyordu giden bu gönüllü subaylar grubu

                                       ( Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa Libya’da)

Bölgedeki Senusiyye tarikatının müritlerini ve yerel halkı örgütleyen subaylar Derne, Tobruk ve Bingazi ‘de  tüm zorluklara rağmen çok önemli başarıları imza attılar. Hatta bir ara Mustafa Kemal’in gözü yara almış ve bir süre hastane kalmak zorunda kalmıştı. Özellikle İtalyan ordusunun kıyı hattından iç bölgelere ilerlemesini durdurdular ve kıyıya hapsettiler orduyu. İtalya ise bölgedeki sıkışık halini savaşı geniş coğrafyaya yararak açmak istemiştir. Ege adalarını işgal edip Beyrut Limanı’nı ablukaya alarak Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamaya çalışmıştır. 

Bölgede alınan önemli başarılar maalesef Birinci Balkan Harbi’nin başlamasıyla sekteye uğramış, İtalya ile Uşi Anlaşması imzalanmış ve subaylar başkent İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. Bu tarihten sonra ise bitmek bilemeyen savaşlar rahat bir nefes alınmasını sonuna kadar engellemiştir. Birinci ve İkinci Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı derken Libya’ya gönüllü giden subaylar cepheden cepheye koşmuşlar savaş meydanları neredeyse hayatları olmuştur. Böyle bir süreçte Libya’ya verilen önem azalmış görülse de bölge hiç de ihmal edilmemiştir. Bölge halkının oraya giden bu vatanperver subayları ne kadar benimsediğine dair en güzel hatıra ise İhsan Aksoley’in hatıralarında karşımıza çıkıyor.  Aktarıldığına göre yerel halk çok önemli bir şey üzerine yemin ederken ‘Enver Paşa’nın başı üzerine’ diye ederlermiş. Bu yeminden sonra ise yalan söylenemezmiş. Libya ile olan sıkı bağlarımızı göstermesi açısından son bir örnek vermeyi yararlı buluyoruz. 1950’nin başında bağımsızlığını kazanan Libya Türkiye Cumhuriyeti’nden Libyalı bürokratlar istemiştir. Gidenlerin arasında ülkemizde kaymakamlık yapan ‘Arap Kaymakam’ namıyla tanınan Sadullah Koloğlu’ydu. Libya’ya dair daha geniş bilgilere Orhan Koloğlu’nun ‘TRABLUSGARP SAVAŞI VE TÜRK SUBAYLARI 1911 – 12’ adlı kitabından ulaşabilirsiniz.

Sizce 20’li yaşlarındaki vatansever bu subayların canı pahasına yaptıkları Libya savunması bugünün Türkiye Cumhuriyeti’ne bir tarihi sorumluluk yükler mi? Yoksa vatan toprağı olmadığı için Libya’daki varlığımız Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisiyle çelişir mi? Enver Paşa’nın başı üzerine edilen yeminler bize yarım kalan bir savunmayı mı hatırlatıyor yoksa çektiğimiz acıları mı? Her koşulda inanılmaz bir vatanseverlik örneği gösteren bu subayların tecrübeleri sizce bugünün Türkiye’sine neler söylüyor? Cevaplarının bir hayli emek gerektirdiği ama önemli olan üstüne düşünülmesi olan bu sorularla sizi baş başa bırakıyoruz. Fikir dünyanıza katkı sağlaması dileğiyle.

BM Dergi

Öncekini Oku

App Store’un 2019’da Ne Kadar Kazandığı Açıklandı!

Sonrakini Oku

Samanyolu Galaksisi’nde 30’dan Fazla Zeki Yaratık Türü Mü Var?

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.